Yaşayan çatı ,yeşil mimari tasarım !
Yeşillendirilen çatının altında botanik uzmanlarıyla birlikte çalışmasıyla ortaya çıkan diğer bir önemli fikir ise, buranın California’ya özgü bitki, kuş ve böceklerin doğal yaşam alanı haline gelmesi...
Dokuz yıl önce California Fen Bilimleri Akademisi “21. yüzyılda doğal tarih müzesi nedir?” diye sormuştu. Akademinin çarpıcı yeni binası soruya etkili bir cevap oluyor.
San Francisco Golden Gate Park’taki yeni California Fen Bilimleri Akademisi, efsanevi boyutlarda bir yapı. Yaklaşık 38.100 metrekare alanda kurulu yapının LEED Platin sınıfına girebilecek en büyük kamu binası olması bekleniyor. Ayrıca 488 milyon $’lık değeriyle, San Francisco tarihinde kültürel tesisler için toplanan en yüksek fonu almış durumda. Peki dikkat çekme potansiyeli bu kadar düşük olan bir doğal tarih müzesi ve araştırma tesisi nasıl oluyor da Pritzker Ödüllü bir mimar tarafından tasarlanıp, sürdürülebilir tasarımın sınır taşı ve yarım milyon dolarlık bir simge haline gelebiliyor?
Ağızdan ağza dolaşan bir hikayeye göre her şey bir çatıyla başladı. 1999 yılının sonlarına doğru, mimar Renzo Piano alanı ziyaret etti, Akademi’nin eski binasının tepesine çıkarak ağaçların gölgesinde, çatının kendi başına, sergilenecek bir eser olması gerektiğini söyledi. Piano, “Burası Golden Gate Park’ın ortasında sihirli bir mekandı ve çatının bina içindeki yolculukta deneyimlenebilecek bir yer olması gerektiğine karar verdim” diyor.
Ancak bu dokuz yıl önce mimarlık dünyasında küçük bir göz kırpmadan hatta bilim dünyasındaysa çok daha azından öteye geçemiyordu. Daha da gerilere bakarsak, 1989’un Ekim ayında Bay Area’da Loma Prieta depremiyle, 1853 yılında inşa edilmiş olan bu değerli müze ağır hasar görmüş ve bir binasının tamamen kapatılıp diğer birkaçının da güçlendirilmesi gerekmişti. Başlangıçta Akademi, kapanan binanın yeniden açılacağı ve çok sevilen Steinhart Akvaryumunun da onarılacağına inanıyordu. Ancak enstitü bilimsel araştırma işlerini kendisi üstlendi ve işte o zaman her şey değişti.
1997’de Akademi’nin bilim adamlarından olan Patrick Kociolek geçici başkan olarak atandı. Yaklaşan sorunlara alışmaya çalışan bir araştırmacı olarak Kociolek planlanan iyileştirmenin müzenin ana hedefine uygun olup olmadığını test etmek istedi. Kociolek, “Komisyona, tesisler arasında sürüklenip durmaktansa neden bir adım geri çekilip kendimize ’21. yüzyılda doğal tarih müzesinin ne olduğunu’ sormuyoruz? Dedim. Bu oldukça saf sorumun bizi buralara kadar getirebileceğini hiç sanmazdım.”
Ve böylelikle, ülkenin hem gökevi hem de akvaryumu bulunan bir doğal tarih koleksiyonunu barındıran tek müzesi için Akademi, bir buçuk yılını harcayarak modern kültürde bilim müzesinin rolünü araştırdı. Colorado Üniversitesi Doğal Tarih Müzesi’nin başına geçmek için Akademi’den ayrılan Kociolek’in de söylediği gibi: “Bu Viktorya dönemi modelini ve konseptini alarak konuyla nasıl ilişkilendirebilirsiniz?”
Öncelikle müzenin son yirmi yıllık katılımcı verisi incelendi ve sürekli bir düşüş gözlendiği ortaya çıktı. Ardından diğer rakamlar da incelendi ve ülke genelindeki diğer bilim müzelerinde durumun buradan daha da kötü olduğu görüldü. Toplumun bilimsel bilgisini ölçmek için Haris Interactive ile birlikte bir anket düzenlendi. Düşünüldüğü gibi, şu anda bilim hayatımızda çok büyük bir yer ediyor olmasına rağmen, toplumun bu konudaki anlayışı, önceki nesillere göre oldukça azalmış durumda.
Buradaki önemli nokta, “Kültürel Yaratıcılıklar” teriminin ortaya çıkmasına da yardımcı olan nüfus bilimci Paul Ray’in çalışmaya katılmasıyla ortaya çıktı. 2001 yılında Akademi Ray’i müzenin potansiyel ziyaretçileri konusunda araştırma yapması için tuttu. Ray’in çalışmasının sonucunda ortaya çıkan verilere göre, doğayla ilgili bilim, koruma ve eğitim konuları aslında tüm ülkede büyük bir çoğunluk için önemli konular ve ayrıca politik, etnik ve sosyo-ekonomik sınırlarla da kesişiyor. Diğer bir deyişle, bilimsel eğitim isteği oldukça yüksek ancak mevcut paradigma, Viktoryen yapı, konuya uygun değil…
Kociolek, yıllarca değişmeden kalabilen örneğin diyoramalar gibi geleneksel sergileri kastederek “doğal tarih müzesinin eski modeli değişmez gerçekleri aramaya yönelikti. Ama bence bu bilimin tamamen antitezini oluşturuyor. Bilim, duvara asıp bırakacağınız gerçeklerden oluşmaz. Dinamik bir süreçtir. Yeni hipotezler, yeni verilerdir.” diyor. Eskiden bilim mikroskop başına eğilmiş yalnız çalışan bilim adamları iken günümüzde bilim adamlarının birlikte çalışarak çözüm üretmeleridir. “Eski planda bilim adamları en uzak iki noktada bulunuyorlardı ki bu da entelektüel kapitali mümkün kılmıyordu.
Eski bina
Ortaya çıkan bir sonuç vardı ki bu da Akademi’nin varlığını sürdürebilmesi için iki binayı tamir etmekten çok yeni fikirlere ihtiyacı olduğuydu. Ardından Mario Botta’nın yeni San Francisco Modern Sanatlar Müzesi ile Young Museum’un Herzog & de Meuron mimarlık şirketiyle anlaşmasından da etkilenen Akademi mütevelli heyeti, yalnızca yeni bir binaya değil, yeni yüzyıla uyum sağlayacak ileri görüşlü bir tasarıma ihtiyaçları olduğu kanısına vardılar.
Bunun üzerine, bu amacı gerçekleştirebilecek bir mimar bulması için dönemin Pritzker Mimarlık Ödülü Jüri başkanı Bill Lacy görevlendirildi. Lacy’nin dünyada bu ölçekte bir projeyi yapabilecek 40 kadar firma olduğunu söylemesi üzerine, bu firmalardan portfolyo yollamaları istendi. Başvuran 38 firma arasından 6 mimar öne çıktı: Toyo Ito, Moshe Safdie, Norman Foster, Richard Rogers, James Polshek, ve Renzo Piano. Seçim komitesi, mimarlara Golden Gate Park’a getirip, dünya çapında yaptıkları projeleri de tek tek inceledikten sonra onları görüşmeye çağırdı.
Tahmin edilebileceği gibi ilk beş mimar Akademi’nin karşısına cilalanmış sunumlarla çıktı. Hatta bir tanesi 2 projektör, 5 poster ve 5 çalışanla gelmişti. Ancak son mimar, yani Reno Piano, görüşmeye yalnızca kızı Lia ile birlikte gelmiş ve hazırlanması sadece on dakika sürmüştü üstelik herhangi bir sunum da getirmemişti. Hazırlık için kullandığı 10 dakikada da bir masayı köşeye çekip, etrafında sandalyelerden bir çember oluşturmuştu. Piano komisyona, yeni bir California Fen Bilimleri Akademisi’ni nasıl yapacağını bilmediğini, yapabilmek için onlardan bu konuyu dinlemek istediğini söyledi. Piano, “Bir toplantıya her şeyi bilerek gidersen, bir şeyleri anlama kapasiteni kaybedersin” dedi.
Renzo Piano
Komisyon konuşurken Piano da ortaya çıkan fikirlerden eskizler oluşturmaya başladı. Piano, dinledikleri içinde, Akademinin geçmişine dair dinlediği bir hikayeden çok etkilendiğini belirtti. Anlatılana göre, müzenin Market Street’te bulunan orijinal binası, 1906 yılındakii büyük depremde yıkılmış ve Akademinin araştırma gemisi Galapagos Adası’ndan geri çağrılarak birkaç yıl boyunca merkez görevi görmüştü. Piyano büyük bir heyecanla “Araştırmalarınızı yaptığınız yer aynı zamanda insanları eğlenmek ve keffetmek için çağırdığınız yer” dedi. Piano’nun hikayeden çıkardığı sonuç, Akademi’nin bilim adamlarıyla halkı tekrar bir araya getirmek istediğiydi. Ortaya çıkan diğer bir fikir ise binanın sürdürülebilirliği sağlayacak yapı malzemeleriyle üretilmesiydi.
Piano’nun binanın araziyle olan ilişkisini anlatan ilk çizimleri
Görüşmelerden sonra komisyon üyelerinin bir kısmı o gösterişli sunumu yapan mimarı tutmak isterken biri çıkıp “gerçekten birinden ders almak mı yoksa Renzo Piano’yla diyalog kurmak mı istersiniz? Adam bize çözümü söyledi bile… Bizimle çözüm yollarını konuşmak için bekliyor.” dedi ve Renzo Piano, yeni müzenin mimarı olarak seçildi.
Piano’nun, önerilen yapı, park ve güneş açısı ilişkisini gösteren çizimi
Karar aşamasında Akademi’nin hemen karşısında yer alan de Young Müzesi’nin de etkisi oldu. De Young’un Herzon & de Meuroon tarafından hazırlanan tasarımına, parkın alanından çaldığı gerekçesiyle San Franciscolular tarafından büyük bir tepki ortaya çıkmıştı. Kociolek’e göre Piano’nun katılımcı yaklaşımı ve Basel’deki Beyeler Müzesi ya da Houston’daki Menil Koleksiyonu’nda olduğu gibi tasarım projelerindeki tecrübesi, hem duyarlı bir tasarım hem de barışçıl bir kamu sürecine imza atacağının garantisi olarak görüldü.
Akademi Golden Gate Park’ın içinde, Herzon & de Meuroon’un de Young Müzesi’nin karşısında yer alıyor
Böylelikle çatı konusuna geri dönüyoruz. Seçildiğinde Piano’nun karar verdiği ilk konu, yeni çatının eskisiyle aynı yükseklikte, 11 metre kadar olması gerektiğiydi. Bu ölçü hem park için ideal bir oran, hem manzara sergileyebilecek kadar yüksek hem de eski binanın anısını yaşatacak bir simge olacaktı. Ancak daha sonra Piano, gökevi ve yağmur ormanları sergi salonu gibi birimlerin bundan daha yüksek olması gerektiğini öğrendiğinde çatının tepeli yapısını tasarladı. “Burada fikir çatıyı 11 metrede tutup daha fazlası gerektiğinde yukarı doğru dalgalandırmaktı. Bu, altında olan şeylere tanıklık eden bir arazi modeli ortaya koydu.”
Yaşayan çatının altında gökevinin görünümü
Modüler Sergi alanları, değişen sergilerle birlikte yeniiden düzenlenebiliyor.
Çatının altındakilerle ilgili Piano’nun ekibinin müzenin botanik uzmanlarıyla birlikte çalışmasıyla ortaya çıkan diğer bir önemli fikir ise, buranın California’ya özgü bitki, kuş ve böceklerin doğal yaşam alanı haline gelmesiydi. Yeşillendirilen çatı yalnızca bir vahşi yaşam koridoru değil aynı zamanda bina için de enerji kaybını önleyen ve yağmur suyunun %98’ini de toplayan bir yalıtım elemanı haline geldi. Bu sırada Piano’nun “dalgaları” bir çok binanın havalandırmaya aslında ihtiyacı olmadığını da ortaya çıkardı: soğuk hava dalgası tepelerden aşağıya, orta meydana iniyor, sıcak hava ise sergi salonları boyunca gökevi ve yağmur ormanlarına kadar yükseliyor ve tepelerdeki tavan pencerelerinden dışarı süzülüyordu.
Tepeli çatı ve çatıdaki tavan pencereleri
Binanın sürdürülebilirlik özellikleri tasarımın içine öyle işlemişti ki, estetiğin nerede bitip yeşil tasarımın nerede başladığı asla anlaşılamıyordu. Burada ilginç olansa, Piano’nun aslında yeşil bina tasarımları yapan bir mimar olarak tanınıyor olmamasıydı. Tasarım projesinin son aşamalarında Akademi yeşil özelliklerin ne kadara mal olacağını ölçtürmek için Rocky Mountain Institute ile anlaştığında, binanın LEED Platin seviyesinden sadece iki puan geride kaldığı anlaşıldı. Piano da Akademi de, ABD Yeşil Bina Komisyonu’nun LEED programı ile ilgili çok fazla bilgi sahibi değildi ve tasarımı yaparken herhangi bir listeye girmek için değil, yalnızca Akademinin misyonuna uygun sürdürülebilirliği sağlayabilmek için uğraşmışlardı.
Eski müze, yıllar boyunca ayrı ayrı inşa edilen 11 binadan oluşurken, yeni tasarım, Akademinin her zaman olduğu şeyi tek bir bina içinde tanımladı. Akvaryum, gökevi ve doğal tarih müzesi artık tek çatı altındaydı ve canlı penguenler, diyaromalar ve mercan kayalıkları da gökevinin çevresinde yerlerini aldı. Ziyaretçilerin laboratuarları görebileceği ve hatta bilim adamlarının zaman zaman çıkıp yaptıkları araştırmaları izleyicilere anlatmalarını sağlayacak şekilde laboratuarlar tavandan tabana camla kaplandı. Ziyaretçiler sergi salonlarını gezerken de, çatıda manzarayı izlerken de Akademinin duvarlarının dışındaki parkla ve yeşil doğa bilimiyle iç içe olabileceklerdi.
Gökevi ve Yağmur Ormanlarının binanın içine nasıl yerleştirildiğini gösteren kesit
Programın öğelerini ve onların bina içinde yerleşim biçimin gösteren diyagram
Giriş kat planı
Piano, hareketli, canlı çatı tasarımıyla, upuzun bir kutuyu çevresini sarmalayanyeşil, tepeli yapının içine adeta dikmiş
Kaynak: Metropolis Magazine Eylül 2008
Çeviri: mimdap