Peyzaj mimarinin uzun serüveni...
Kentin sanayi geçmişini kucaklayarak, çöplükleri ıslah ederek, eskimiş alanları iyileştirerek, göz ardı edilmiş kıyıları geliştirerek, peyzaj mimarinin alanlarını yeniden keşfetti.
James Corner, Richard Rogers’ın Londra’daki mimarlık ofisinde 20 yaşında bir stajyerken içinde bulunduğu hayal kırıklığını zar zor bastırıyordu. Londra’nın rıhtımını, terk edilmiş sanayi limanlarından şık ticari bölgelere dönüştürme işini başlattıklarında 1980’lerin başıydı. Ancak bu ölçek ve böylesine karmaşık bir alanda Corner’ın görebildiği tek şey sınırlamalardı. “Tüm mimarlar yapmaları gerekenin mevcut binaların üzerine tente koymak olduğunu; tüm peyzaj mimarları yapmaları gerekenin her yere ağaç dikmek olduğunu; tüm trafik mühendisleri yapmaları gerekenin alana giren ve çıkan araçları dengelemek olduğunu biliyorlardı. Ancak yeteri kadar içtikten sonra Rogers ve ortakları, işin tamamını sentetik bir hale getirebilmek için ellerinde yeterli tematik ve düşünsel araç ve teknikler olmadığından yakınırlardı.”Corner bundan kısa bir süre sonra şu anda Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanlığı yaptığı Pennsylvania Üniversitesi’ndeki eğitimini yarıda bıraktı. “O kadar Balkanlaşmamış, büyük resmi görme ve büyük bir takımı idare etme yeteneğine sahip bir profesyonele her zaman ihtiyaç vardır.”Corner, geçen 25 yılı, peyzaj mimarinin ikinci plana itilmişliğini ve kent dışı eğilimlerini bir kenara bırakıp, “sanayi sonrası kentini tasarlamak” gibi daha heyecan verici bir konuyu gündemine alarak peyzaj mimarinin alanını genişletmek için ciddi bir çalışmayla geçirdi. Herhangi bir mimarinin çevresine birkaç salkım maydanoz gibi mutlaka çalılar ve ağaçlar koymak yerine, peyzaj mimarlarının bu kadar karmaşık, büyük ölçekli ve çevresel olarak zarar görmüş alanların yeniden yapılanarak birer cazibe merkezine dönüştürülme sorununa en geniş biçimde yaklaşabilecek olanların peyzaj mimarları olduğunu düşündü. Ona göre peyzaj mimarları, bir filozofun entelektüel bakış açısı ve güçlü bir politik aktörün politik görüşüne sahiptiler. “Peyzaj mimarı olduğun için utanmak istemiyorum çünkü en sonda gelen ağaç adamları olarak görülüyoruz” diyor.
Corner’ın High Line’daki tasarımı, terk edilmiş tren yolunun etkileyici vahşiliğinin izlerini taşırken aynı zamanda da sanat ve kültürle uysallaştırılmış. Çevrede şık bir kalabalığa yol açacak pek çok plaza yatırıma hazır bulunsa da aslında burada en çok ilgi çekecek olan bir ağaç yüksekliğinde kenti bir ucundan diğer ucuna kat edebilmek olacak. High Line, kültür ve parayla bezenmiş bugünün altında güneşlenirken aynı zamanda da geçmişin sanayi enkazı üzerinde dolaşan bizlerin yansıması olarak High Line, proje olarak bir “duygu”yu ifade ediyor, Corner için ise bir başlangıcı.
Corner, bir hava fotoğrafçısı olan Alex MacLean ile ABD’nin
üzerinde uçarak insanoğlunun yeryüzünü nasıl şekillendirdiğini görmeye
çalışmış. Bu çalışması sonucunda, Amerikan Mimarlar Derneği’nin Uluslar arası
Kiatp ödülünü ve bir çok olumlu eleştiriyi de alan ve içinde bir ana temanın
yer aldığı bir kitap ortaya çıkmış: arazi bulunduğu yerin özelliklerini
barındırmaz, o büyür ve onu şekillendiren bu süreçtir.
Taking Measures adıyla piyasaya çıkan bu kitaptaki
fotoğraflar aslında yer yüzeyinin bir mekanda çiftliklerden otopark alanlarına
kadar nasıl geçiş yaptığını gösteriyor. “bu çok güzel arazilere şekil, doku,
somutluk, geometri ve doğal hali gibi yönlerden bakmanın yanında aynı zamanda
da onların ne yaptıklarını anlamak akımından önemliydi” diyor Corner. Ve bu
çalışmadan yola çıkarak peyzaj mimarlarını, doğada meydana gelen değişimleri
geliştiren, düzenleyen bir bahçıvan olarak tanımlıyor.
Ardından 90’ların ortalarında çalışmalarını bir adım öteye
götürmesi gerektiğini düşünerek yarışmalara giren Corner, New York’taki Van
Alen Enstitüsü’nün Governors Island’ı yeniden geliştirme projesi için yarışmaya
katıldı. 200 projenin girdiği yarışmada kazanan 6 projeden biri kendinin, 3’ü
ise öğrencilerinin olunca, önemli bir şeyin ucundan tuttuklarından emin oldu.
Birkaç yıl sonra ise en önemli kırılma noktasını yakaladı: Staten Island’daki geniş bir atıl alan olan Fresh Kills Projesi. New York’taki Central Park’ın yaklaşık 3 katı büyüklüğündeki alanda herhangi bir şekillendirme çabasına girmek, yollar açmak bile büyük biri şti. Kaldı ki alanın %45’ini kaplayan çöp yığınını gömmek için milyonlarca dolar harcamak bile yetersiz kalırdı. Çürümeyi hızlandırmak mümkün gözükmediği için de hangi mimar çalışırsa çalışsın, parkın ortaya çıkması onlarca yıl alacaktı.
.
Corner ise bu alanı bir çalışma alanı olarak gördü: sadece bir park değil aynı zamanda peyzaj mimarinin vücut bulacağı bir alan. “Bu harika bir park tasarlama çalışması değil, şu anki halinden yeşil, kamusal ve güvenli bir alana gidişi tanımlayacak bir yöntem çalışması” şeklinde açıklıyor. “Ve bu yöntem de sonunda benzersiz mekansal ve estetik deneyimler ve yapılar sunan bir parka dönüşecektir.”
Projesini “Lifescape” olarak adlandıran Corner, hücre gibi
kenti kendini sürdürebilen bir ekosistem yaratmaya çalıştı. Yığınların yaklaşık
Projede, Corner’ın çalışması için “21. yy.’da parkların geldiği nokta olduüu kadar peyzaj mimarinin geldiği profesyonellik noktasını da gözler önünde serdiği” belirtildi. Penn’deki hocası da olan jüri üyelerinden Laurie Olin, Corner’ın kafasında bu fikirlerin sürekli varolduğunu ancak bu projede tamamen somutlaştığını ve canlı bir biçimde ortaya çıktığını söyledi.
2001’de Fresh Kills’in yeniden açılmasından sonra New
York’un master plan taslağını hazırlamaya başlayan firma, aynı zamanda High
Line yarışmasına da hazırlanmaya başladı.
Şu anda Fresh Kills’in 150 hektarlık bölümü tamlanmış
durumda,
Ancak bu en uzun süreli projesinin en önemli ayağı, neyin ne
zaman yapılacağına karar vermek. Eğer peyzaj mimari gerçekten disiplinler ve
topografyalar arasındaki koreografiyi sağlıyorsa, o zaman tasarım sürecinden
önce bu sürecin tasarımı ön plana çıkıyor. Corner’ın yaptığı iş de tam olarak
burada ortaya çıkıyor. Sonuç olarak çöp yığınları yaşam alanlarına dönüşüyor…
Kaynak: Mimdap / Metropolis Magazine Kasım